15 Haziran 2011 Çarşamba

Bende bir içeriksiz var benden içeri

Ben bunları kime diyorum bilmiyorum. İçimden biri sesleniyor ona. O kim. Kime konuşuyorum ben. Kendime mi anlatıyorum sana mı. Ne anlatıyorum ben. Soru işareti koyup da canını sıkmak istemem. Bende bir içeriksiz var benden içeri. Şehrini terketmiş adam var, terkettiği şehre gitmek isteyen kadın. Zamanlar uymuyor. Belki başka bir evrende. Makyajımı silince gözlerim hafifliyor. Ben ağlayamıyorum. Çünkü nedenini bilmiyorum. Ağlamam gereken şeyin nedenini bilmiyorum. Neye ağlayacağımı bilmiyorum. Tenim güzel kokuyor. Bana bir merhaba deyince o merhabanın defalarca yankılanmasına izin veriyorum. Merhaba. Merhaba. Merhaba.. Yeni gün, temiz su, sabah denizi, kum kokusu, kirazlar.. Sen bana göre bunlarsın ve daha fazlasısın. Sahi ben kime aşığım? Kendi cümlelerime bakmak çok içten. Üç saniye önce hava karanlıktı, birden sabah oldu. Gözüme yansıyan mavimsi rengi farkedince ürktüm. Geceden sabaha geçişi üç saniye içinde görmek jetlag kafası yaşattı sanki.
Merhaba ikinci paragraf. Birincinin akıbetinden haberim yok. Çok şey vaad edemem sana da. Onay almaya gelmedim. Notersiz kafamda damgasız, illegal düşünce satıyorum kendime. En son bu cümleyi yazıp uyumuşum. Şimdi anlam arıyorum. Sabah bir rüya gördüm. Uyandım ve fotoğraflara baktım. Canım neyi yazmak istemiyor bilmiyorum. İçeriksizmiş bu cümleler. O zaman başka bir şey söyleyebilirim. Ben seni tanıyorum.Çok gerçeksin. Hayat güzel ama gerçek bulantı yapıyor bende. Bulantının sebebini bulana bir tutam hayat bahşediyorum. Yok aslında her şey yerli yerinde. Yolda tek başıma yürürken içimden gülmek gelince rahatça gülebiliyorum çünkü. Neyse sen onu bırak da; Bende bir içeriksiz var benden içeri. Herkese merhaba diyor. Ben merhaba biriktiriyorum. Hoşça kal eskitiyorum.
Ben kendime göreyim. Kendime kadarım. Kiraz yerim. Dağınık saç severim. Gülümseyişi ararım, aklımda tutmak isterim. Tuttum. Birinin yüzü deli deli olunca etkileniyorum. Delileri seviyorum herkes gibi. Ben de sıradanım. Biliyor musun belki ben bir gün evlenirim. Bir gün’ün birleşik mi ayrı mı yazıldığını unuttum bir an. Ama ayrı yazılmalı şu durum için. Benim buraya yazdıklarım, sadece defterde olanlar, başkasının hayatında olanlar , benim hayatımda olanlar, içindekiler.. Hepsi çok eksik.

14 Haziran 2011 Salı

Beni cümlelerimden vurmayın

Beni cümlelerimden vurmayın. Beni vuruyor rakı sohbetlerinde yaz geceleri. Bu yaz güzel kokuyorum, kıştan kalma özlemlerim var çünkü. Kışın şiirler okudum. Canım çok çekti. Rakıya susadım. Bu yaz ben rakı kokuyorum. O şiirlerde akıp giden bir görüntü vardı. Nerede o? Hani masalar kurulacaktı, zeytin dalları, mezeler, rakı kokan beyaz gömlekler. İnceden bir nağme tutturacaktım, kadehimle kahkahalar atacaktım. Saat kaçtı?
Şimdi yine bir rakı sofrasından kalktım. Çimlerin üzerine kurulmuş bir masa, örgü peynirler, yanımda bir hamak, kitaplarım içinde. Ev boş, ışıkları açıyorum geceleri. Masanın üzerinde mumlar var. Rakıyı seven dostlar uğruyor masaya. Bir kadeh getiriyorum onlara da. Özledik diyorlar. Ahh özlemeyi ben anlatayım size diyorum. Anlatamıyorum, bir şarkı tutturuyorum. İnadına bitmeyen, inadına sesli bir gece. Dalıp gidiyorlar. Mutsuz değiller ama yorgunlar. Kışın yorgunluğu var onlarda da. Ya da ben öyle zannediyorum. Herkesi kış mevsimi yorsun istiyorum. Kışın ben bittim. Fişimi çektim.
Denizlere dalıp dalıp çıkıyoruz. Saçlarım öyle uzun öyle uzun ki, onların belime düşmesi de sensin, göğsümü okşaması da. Sen saçlarımsın. Çoksun, incesin, kırılgansın, uçuşuyorsun. Saçlarım nasıl böyle? Bugün saçlarım nasıllar acaba? Toparlanıyor musun? Bir kalemle topladım ben saçlarımı. Hala omzuma değiyor, beni gıdıklıyorsun. Birlikte kikirdiyoruz. Bu kalemler, saçlar, dağınıklık nerede son bulur bilmiyorum. Ama saçlarım çok güzel. Yeter ki beni cümlelerimden vurmayın.
Bunları aşk acısına çevirip işin içinden çıkabilirim ama öyle değil işte. Giden, terk edilen bir şey yok. Acıyı yazmak kolay, sayfalarca anlatırım, canını acıtırım. Ama bu değil. On sekiz yaşındayken ben de “O öyle değil ki.” diye savunuyordum düşüncelerimi. Yirmi beş oldum “Öyle!” deyip geçiyorum. On sekiz miyim, yirmi beş miyim bilemedim. Öyle değil ya da öyle! Anlatacak başka çok şeyim var. Sen tahmin edersin. Bilirsin. Sen her kimsen bilirsin beni.
Ben olmak istemediğim yerleri de sevdim. Alıştım da hem. Hiç ağlayamadım. Kendimi umursamayınca güçleniyorum. Çok gerçek oluyorum. Başka hikâyeler dinledim. Çözüm bulamadım onlara. Dağınık kaldı herkes. Çok üzüldük ama kafalar bozuk kalmalıydı sanki. “Bana ne?” “Ben kim oluyorum?” Anlatamadım kendimi. Bu defterler var ya; onları seviyorum. Yazıların içinde yaşıyorum. Beni cümlelerimden vurmayın lütfen. Bir yazıyı bitirmiş gibi yapıp, günler sonra herhangi bir paragrafından dalıyorum yine. Yazıyorum. Bak bunu sallanan sandalyede yazıyorum. Bir gün ıslak yazıyorum bir gün kuru. Kendimin yanında ben de yanıyorum.
Sıkılıyorum her paragraftan, belki daha iyi bir şey yazarım diye yenisine geçiyorum. Her satır başka bir merdiven. Yol yapıyorum sana doğru. Sen kimsin bilmiyorsun. Ben de bilmiyorum seni. Aşk değil bu. Beni delirtmeyin. Yaz geldi diye bunlar. Kolaya kaçıp aşk acısı çekemem. Sevgilim ben sana hiç aşık değilim. Rakıyı fazla kaçırdım mı bilmiyorum ama yormam seni. Huzursuz hislerim de var ama şimdi ne gerek var. Bu içsel bir dökülüş ama rakımın keyfini kaçıramam. Ahh..sevgilim bayılıyorum sana. Gece üç oldu. Havuzda kimse yok. Şimdi senin için gidip atlayacağım. Derinde birkaç saniye seni düşüneceğim…… Geldim. Saçlarım ölü bir ahtapot gibi bıraktı kendini suya. Sen saçlarımsın. Ölüsün. Ama çok aşığın var yine de. Öyle diyorlar. Sevgilim saçlarımı tarar mısın?  Hey! ben normalim. Olur olmaz biriyim. Durduk yereyim. Anidenim. Ağzında dağılırım. Sıradan sayılırım. Çok sıcakta bayılırım. Kafiyelere gel. Biraz masama eşlik et, öyle git.
Beni cümlelerimden vurmayın. Yola çıkabilirim, onlar lazım bana. Kendime yakışanı giyip gideceğim. Silmeyin cümlelerimi. Son bir bağlı cümle daha. Ördüm cümlelerimi. Örgü sepetler dolusu cümlem var benim, hasırdan sepetler çok güzel kokuyor: Herkes sana aşık olsun istiyorum ama sevgilim ben sana hiç aşık değilim. 
Sevgilim denize girelim mi? Anlatalım suyun içinde. Sarılayım ben sana ıslak ıslak. Biliyorsun ben suyu severim. Dahası da var. Onları da biliyorsun.

Şanslı tekir kedinin tekiyim. (2010 yılının son yazısı)

Yılların çizgisinde kaybolmaya niyetim yok. Her gün yeni bir çizgi çiziyorum kendime. Merhaba, ‘Plansız gibi görünen otokontrollü’ ben. Hayatımın en önemli olayı bence benmişim. Toparlandım. Yuvarlandım biraz da. Yuvarlanarak toparlandım. Çakıldım çizgilere. Yok yok klişe son yazdıklarım. Hani hep olur ya, yuvarlanırsın sonra toparlanırsın. Hiç öyle şeyler olmadı çünkü hep uçurumdan aşağı kendini bırakmış ama yükseklik sonsuz olduğu için bir türlü yere çakılamayan şanslının tekiydim, biraz da kediydim. Tekir kedi miydim neydim? Şanslı tekir kedinin tekiydim. 2010 yılı biterken ben yine son anda yakaladım mevzuları. Öyle bir anda çözülüverir her şey. Kafalarım çok dağınık. Tozlu vintage giysiler var hep. Kafamda vintage dükkanım var gibi. Kiralık lekeli giysileri sattım ve dükkanı devrettim dostum. Saatin geç olması bir şeyi değiştirmiyor şu anda. Ben artık günün her saatinde istediğim gibi olabiliyorum. Kendimle güzel oynuyorum çünkü. Ne oluyorsa güzel oluyor. Güzel şeyler istiyorum. Hepimiz güzeliz. Aaa.. bir şey fark ettim. Hepimizin zor zamanları oluyor değil mi? Ohh be tamam. Herkesin oluyorsa iyi o zaman. Komple zor zamanları geçelim o halde. Farklı bir şey değilmiş. Çok kolay yaşam formları var aslında. Mesela bu “ohh be herkesin zor zamanları oluyor” cümlesi seni göklere çıkarır. Rahatlıktan bayılırsın. Kedi gibi olursun. Ben şanslı tekir kedinin tekiyim. Kendi dağınıklığımdan sinsice sıyrılıp gidiyorum. Ohh be herkesin zor zamanları oluyor evet. Dağıttım. Sıyrıldım. Gittim. 30.12.2010 04:03

Şu ân’ın yazısı

Bu yazıyı okurken acele etmemeni öneriyorum. Beklentilerini karşılamayabilir çünkü.
Hani bazen evinde, odanda yaşadığın alanda yalnızlıktan dem vurup hüzünleniyorsun ya; belki de yerinden kıpırdamıyor oluşun senin için iyidir. Acele etme. Senin rahatını bozmaya hevesli tez canlıların çokluğu seni cezbetmesin.
Bu yalnızlık içeren bir yazı değil. Sana çok önemli bir sır vereyim mi? İyi hissetmenin yolu başkalarının sanrılarına inanmamaktan geçiyor. Evindesin ya sen hani, çıkmıyorsun ya hiç dışarı, kalkmıyorsun ya o koltuktan hiç, tüm dünyayı unutup işine konsantre oluyorsun ya; işte çok sıkılırsan eğer pencereyi aç biraz ya da balkonun varsa balkona çık. Bundan daha fazlası bazen üzebiliyor.
“Benim rahatım iyiydi, kim bozdu düzenimi?” diyorsan bile dağılan kafanı hemen toplayıp evine geri dön ve o koltuğa otur. Kitaplarına bak, okuduğun kitaplara, okumadıklarına. Eski defterlere bak atmadıysan. Eskiden yaptığın işlere,  yazdıklarına,  çizdiklerine, belki de fotoğraflara. Onlar seni kendine getiriyor ve yeniden başlayabiliyorsun.
Saate baktığında ilerliyor hani, aslında saat hep şu ânı gösteriyor gibi düşün. 5 yıllık kalkınma projesi düşünmek yerine saniyeleri, saliseleri çırp ve hemen değerlendir  o anda.
Sokaklarda hiçbir şey yok değil ama senin evin var ya hani, o senin en değerli dünyan olmalı bence. Dışarı çıkmak için acele etme. Biliyorsun çoğu zaman can sıkıntısı ve yorgunluktan ibaret. Saklanmak çok güzel.  Bu aceleciğili her şeye uyarlayabilirsin. İş, okul, sevgili, alışveriş vs.. Bi’ dur önce. O koltuğa otur düşün. Sakinleş. Yalnızlık, eksiklik, ihtiyaçlar mühim değil. Elinden ne eksiliyorsa iyi oluyor. Çöpleri at her gün mesela.  
Terkedebildiğin şehirler, ülkeler, insanlar olsun. Bırakabildiğin alışkanlıkların, kırabildiğin bir telefonun. Her şeyi bir şeye bağlayıp ona göre bir adım atmak yerine hepsini parça parça, tek ve özel bırakıyorum. Ne oluyorsa iyi oluyor.
Bu yazının devamını getirmek isterim ama acele etmiyorum çünkü şu anda kafamdan geçenler bunlar. Parça parça, tek ve özel kalsın.
Ben bu yazıda hiç gelecek zaman kullanmadım, çünkü saat hep “ şu an”.

Merhaba

Ben, olmak istemediğim yerleri de sevdim.
'Ben olmak istemediğim' yerleri de sevdim.